9 Ocak 2014 Perşembe

Siyah Sancak

Genç adam, kapıyı evin hanımı açarsa kendisini görmemek için, çaldığı evin kapısından birkaç metre ötede sırtını kapıya dönmüş şekilde duruyordu. 20 yaşlarındaki genç Amerika’nın terörist kabul ettiği Suriyeli İslamcı grup Nusret Cephesi’nin bir üyesiydi. Nusret'in şehirdeki mensuplarının çoğu gibi o da kimliğini gizlemek amacıyla başını siyah bir örtü ile örtmüştü, sadece kahverengi gözleri görünüyordu. Suriye’de çok popüler olmasa da birçok genç milisin giydiği gri renkte bir şalvar kamız giyiyordu. Bu ev kuzey Suriye’deki Rakka’da kaldığım evdi, aileyi tanımıyordu benimle görüşmek için gelmişti. Mart başlarında isyana katılmakta biraz geç kalsa da 14 eyalet başkentinden Esed’in kontrolü kaybettiği ilk şehir olmuştu Rakka. Nusret Cephesi, Ahrar’us Şam ve İslami Vahdet Cephesi tugayları tarafından yönetilen saldırı şehrin ele geçirilmesi ile sonuçlanmıştı. Bu grupların hepsi daha seküler, göreceli olarak düzensiz ve bazen disiplinsiz olan Özgür Suriye Ordusu şemsiyesinin dışında faaliyet gösteriyorlar. Ebu Nur ve Ebu Abdullah adında iki genç kapıya cevap verdi ve sonra Nusret üyesini selamlamam için beni çağırdı. Bu iki genç de sivildi ancak isyanı destekliyorlardı. Apartmanın merdiven boşluğunda birkaç dakika sohbet ettikten sonra Ebu Abdullah içeri girdi ve Nusret'in ismi yazılı bir el ilanı ile geri döndü. İlan’da Esed muhalifleri tarafından kullanılan üç yıldızlı bayrağın yerine Kelime-i Tevhid yazılı siyah sancağın kullanılması çağrısı yapılıyordu. “Bu nedir?” diye sordu Ebu Abdullah Nusret mensubu gence. “Biz de tam bunun hakkında konuşuyorduk ve bundan hiç hoşlanmadık”. Silahsız olan Nusretli genç siyah örtüsünün arkasından gülümsedi. “Nesini sevmiyorsunuz? Hepimiz Müslümanız, şehadet kelimesini taşıyan bir bayrakla ne gibi bir probleminiz olabilir ki?” “Hepimiz Müslüman değiliz” dedi Ebu Nur. “Sen ben Müslümanız ama aramızda Hristiyanlar da var. Siz onları aşağıladınız. Ayrıca size devrimin sembolünü değiştirme hakkını kim veriyor?” “Biz kiliseleri koruduk” dedi Nusret üyesi, Rakka’nın İslamcıların eline geçmesinden sonra zarar görmeyen şehirdeki 2 kiliseyi kastederek. “Burada konuşmayalım, komşular duyabilir. Kahveniz var mı?” Adamlar beş katlı mütevazı apartmanın oturma odasına yürüdüler. Gri saçlı daha yaşlı 2 adam, Ebu Müeyyed ve Ebu Muhammed gök mavisi divandan kalkarak misafirlerini selamladılar. Takip eden birkaç saat boyunca ateşli bir tartışmaya giriştiler. Tartışma siyah sancak hakkındaydı, ondan da öte Suriye savaşının gittiği yöne dairdi. Evdeki adamlar rejimin düşüşünü kozmopolitan Suriye toplumunu muhafazakar bir İslam toplumuna dönüştürmenin ilk adımı olarak gören Nusret Cephesi liderliğindeki İslamcıların devrimi ele geçirdiğini düşünüyorlardı. Adamların dördü de İslam devleti istediklerini söylediler, ancak ılımlı bir İslam devleti. Birkaç gün önce muazzam bir siyah tevhid sancağı Rakka meydanında hükümet binasının önündeki direğe aşılmıştı. “Bu sancak yüzünden Amerikan drone saldırılarının hedefi olacağız, çok büyük” dedi gündüzleri eczanede çalışan, geceleri ise postaneyi yağmacılardan korumak için gönüllü bekçilik yapan Ebu Nur. “Bizim radikal Müslümanlar olduğumuzu düşünecekler”. (Suriye’de henüz drone saldırıları olmadı ancak bu ihtimal geniş şekilde tartışılıyor. Amman’da bir drone üssü açıldı ve Amerika muhaliflerin eğitim kamplarının haritasını çıkarıyor- Çeviren). “Ilımlı İslam veya radikal İslam diye birşey yoktur” dedi Nusret üyesi sakin bir şekilde. “Sadece bir İslam var ve biz bu sancağı göndere çeksek de çekmesek de İslam Batı’nın saldırısı altındadır. Bizi vurmak için bu sancağı beklediklerini mi sanıyorsun?” dedi Nusret üyesi. Deri ceket ve beyaz bir cübbe giyen Ebu Muhammed söze karıştı: “Bu sancağı karakollarınıza koyun ancak şehir meydanına asmayın diyoruz. Hepimiz ibadet ediyor, Allah’tan başka ilah yoktur diyoruz, ancak bu sancağı ben asmam”. “Bu devrim bayrağı için ölenlere bi hakarettir” dedi İngilizce bölümü mezunu Ebu Abdullah. “Kimseyi birşey yapmaya zorlamıyoruz” dedi Nusret üyesi. “Biz bunu bir seçenek olarak sunuyoruz. Bunu yapmaya gücümüz olduğu halde şehirdeki devrim bayraklarını kaldırmadık”. Dışarıda hava soğuktu. Gün boyunca şehir semalarında gümbürdeyen savaş uçakları geri çekilmişti ve hava saldırısı tehdidinden dolayı kepenklerini indiren fırınlar açılmıştı. Fırınların önünde cinsiyete göre ayrılmış, başlarını siyah örtülerle örtmüş muhafızlarca korunan uzun kuyruklar oluşmuştu. “Bu sancakla bizi ülkemizden ayırdınız” dedi Ebu Müeyyed. “Bu sancak neden burada? Biz bir İslam emirliği değiliz, Suriye’nin bir parçasıyız. Bu dini bir sancak, bir ülke sancağı değil”. Nusret üyesi öne doğru eğildi ve yaşlı adamın gözlerinin içine bakarak konuştu: “Bu dinimizi yaşamamıza izin vermeyen rejimin bizi şartlandırmasının sonucu hissettiğin bir özgüven eksikliği” dedi. “Her gün kaç kişinin bize biat ettiğini ve katılmak istediğini biliyor musun?” Bu noktada Ebu Müeyyed sinirlendi. Ayağa kalkarak genç adama doğru birkaç adım yürüdü ve parmağını yüzüne doğru sallayarak “Suriye devrimi Beşsar’ın gırtlağını sıkmak için başladı, yemin ederim bu sancağa karşı Beşsar’la birlikteyim” diye bağırdı. “Bu kadar siyah sancağın aleyhindeyim. Siz fitne çıkarıyorsunuz”. Genç adam oturmaya devam etti. “Devrim için ne yaptın?” diye sordu. “Irak’tan Rakka’ya kaçırılan silahları taşırdım”. “Çok güzel” dedi Nusret üyesi. Beklemediği bir cevaptan dolayı şaşırmış gibi görünüyordu. “Peki Özgür Suriye Ordusu’nda o kadar problem varken onlara fitne demiyorsun da neden bu sancağın fitne olduğunu söylüyorsun?” Bu sözler Ebu Müeyyed’i daha da sinirlendirdi. “Bunu yazan her kimse Siyonisttir” dedi Ebu Nur’un elindeki siyah sancak broşürünü alarak. Gerginlik çabucak tırmandı. “Birisini küfürle suçladığın için sen küfre girdin” dedi Nusret üyesi sesini ilk defa yükselterek. “Bu broşürü yazan kişiyi tanıyorum ve kendisi kafir değil!” “Beni ancak Allah yargılar, sen değil” dedi Ebu Müeyyed. “Yaşın kaç senin, yüzündeki örtüden anlayamıyorum”. Sonra devam etti: “Nerelisin, adını bilmek yada yüzünü görmek istemiyorum, ama nerelisin?” “Ben Suriye’nin bir evladıyım” dedi genç adam. Küfür suçlaması küçük bir mesele değildi ve bu suçlama bir Nusret Cephesi üyesi tarafından yöneltiliyordu. Ebu Müeyyed tekrar koltuğuna gömüldü. Adamlardan biri pencereyi açtı. Bir diğeri kahve hazır mı diye bakmaya gitti. Yine de havayı sakinleştiren Nusret Cephesi üyesi genç oldu. “Kuran’ın gelecek devletimizde anayasamız olmasını istiyor musunuz?” diye sordu odaya. Hepsi istediklerini söylediler. “Biz sadece fitne istemiyoruz” dedi Ebu Muhammed sessizce. “Eğer Nusret fitne çıkarırsa ben de terk ederim, ama fitne çıkarmıyorlar” dedi genç. “Olanlar için özür dilerim, gerginiz” dedi yumuşayan Ebu Müeyyed. “Sorun değil, ama tezlerinizle beni ikna edemediniz”. “Ben de size bu sancak yüzünden bütün desteği kaybedeceğinizi söylüyorum” dedi Ebu Muhammed. Kahve küçük yuvarlak tabaklarda çekirdeksiz hurmalarla birlikte servis edildi. Ebu Muhammed deri ceketinin cebinden bir sigara aldı. Nusretli gence o varken sigara içmesinden rahatsız olup olmayacağını sordu (Nusret gibi birçok İslamcı sigara içmeyi günah sayıyor). Maskeli genç adam “devam et” anlamında bir el hareketi yaptı. Konuşma değişik tugaylardan tanıdıkları adamlara kaydı; nerede savaşıyorlar, kim öldürüldü ve kim tugay değiştirdi? “Bak, hatalar olabilir” dedi maskeli genç. “Hepimiz eğitimli değildik, bütün bunlardan önce ben öğrenciydim”. Hala hurmalara ya da istediği kahveye dokunmamıştı. “Bu şeyi giymeye devam edersen açlıktan öleceksin” dedi Ebu Muhammed siyah örtüyü kastederek. Nusret üyesi de dahil hepsi güldü, ancak akşam boyunca asla maskesini çıkarmadı. Rania Abuzeid, 2 Nisan, The New Yorker Çeviri: Bu makale Toprak Özdemir tarafından İncanews.com için tercüme edilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder